Navigasyon |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kanser Nedir?
Bu isyancı örgütler, yada hastalıklı oluşumlar daha sonra vücudun işleyişine müdahale etmeye başlar. Şayet engellenmeleri için birşey yapılmazsa en önemli organların iflasına ve dolayısıyla ölüme yol açar.
Kanserin Bilinen Nedenleri ve Risk Faktörleri:
Hücrelerin böyle aniden çıldırmasının birçok karmaşık nedeni vardır ve bunlar henüz tam anlamıyla anlaşılamamıştır. Kişinin ruhsal durumu ve beslenmesi gibi iç faktörlerle, çevre kirliliği gibi dış koşulların birleşimi sonucu ortaya çıktığı görülmektedir. Önde gelen uzmanların vardığı ortak kanıya göre, kanser artık tıpkı kalp hastalıkları gibi, hatalı bir yaşam tarzının hastalığı olarak görülüyor. Kanser esas olarak doğru gıdaları alamama, doğru içecekleri içememe, doğru havayı solumama, doğru düşünceleri düşünmeme ve doğru egzersizleri yapmama hastalığıdır.
KANSER YAPAN ETKENLER
BEDENSEL ÖZELLİKLER:
Aileden gelen (genetik) kansere yatkınlık: Meme kanseri, lösemiler, bazı çocukluk çağı tümörleri gibi.
Hormonal nedenler: Meme, prostat, karaciğer, testis, kalınbağırsak kanseri ve bazı yumurtalık tümörleri gibi.
ÇEVRESEL FAKTÖRLER
Fiziksel Etkiler:
Güneş ışığı: (deri kanserleri)
Radyasyon: (lösemiler, akciğer, boğaz-yutak, yemek borusu, mide bağırsak, deri, tiroit kanserleri ile yumuşak doku tümörleri)
Isı: Deri, yumuşak doku, yemek borusu ve yutak kanserleri
Mekanik darbeler: Kemik ve yumuşak doku tümörleri
Kimyasal etkiler:
Endüstriyel maddeler:
· Alüminyum ürünleri: Akciğer, idrar kesesi, yemek borusu, mide kanserleri
· Ayakkabı sanayisinde kullanılan maddeler: Lösemi, sinüs tümörleri, idrar kesesi ve sindirim yolları kanserleri.
· Kömür dumanları: Deri, Akciğer ve idrar kesesi kanserleri.
· Kok kömürü ürünleri: Deri, akciğer ve böbrek
· Demir tozları: Solunum yolları, lösemi, sindirim, cinsel organlar ve boşaltım organları
· Boyalar: Akciğer, yemek borusu, mide, idrar kesesi.
· Lastik endüstrisi: İdrar kesesi, lösemi, lenfoma, akciğer, böbrek yolları, sindirim yolları, deri, karaciğer, gırtlak, bein.
· Mobilyacılıkta kullanılan maddeler: Gırtlak ve sinüs kanserleri.
İlaçlar:
· Ağrı kesiciler: Böbrek ve idrar yolları
· Östrojen: Meme, döl yatağı ve testis.
· Doğum kontrol hapları: Karaciğer, döl yatağı
· Bazı kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar: Lösemi, idrar kesesi
Besinler:
· Yağlı yiyecekler: Meme, kalın bağırsak
· Bazı küfler (alfatoksinler): Kalın bağırsak
· Yanmış yağlar: Meme, kalınbağırsak
· Kırmızı etten zengin diyetler: kalınbağırsak
· İyottan fakir diyet: tiroid bezi
Diğer kimyasal kanser yapıcı etkenler:
· Sigara: Akciğer, ağız, gırtlak, yutak, yemek borusu, mide, idrar kesesi, pankreas, böbrek, döl yolu ağzı, karaciğer
· Alkollü İçecekler: Ağız, yutak, gırtlak, yemek borusu, karaciğer, meme
· Asbestos: Akciğer, plevra, peritoneum, sindirim sistemi, gırtlak
· Benzen: Lösemi
· Kömür tozları: Deri, akciğer ve idrar kesesi
· Kömür tozu, zifti: deri, akciğer, idrar kesesi, sindirim yollarıi lösemi
· Madeni yağlar: Deri, idrar kesesi, sindirim ve solunum yolları
· Naftalin: İdrar kesesi, karaciğer
· Hardal gazı: Akciğer, gırtlak, yutak
Virüsler, bakteriler:
· Hepatit B ve C virüsü: Karaciğer
· T gözeli lösemi virüsü: Lösemi
· HP virüsü: Döl yolu ağzı, daha nadir olarak ağız, dil, gırtlak
· Helicobacter pylori: Mide
Diğer risk faktörleri:
· Yaş: 55 yaşın üstinde olmak: Bedenin birçok yerinde görülen kanserler
· Stres: Çeşitli dokulardaki tümörler
· Hareketsiz yaşam tarzı: Meme, kolon, diğer yerleşimler.
· Yüksek tansiyon: Meme, kolon
· Ümmin sistem yetersizliği: lenfoma, karsinoma
· Kadının rastgele cinsel ilişkisi: Rahim ağzı
· Erkekte temizliğe uymama : Penis
· Erkek homoseksüel ilişkisi: Kaposi sarkomu, anüs ve dil
Kanserde Bağışıklık Sisteminin Önemi:
Kanserle bağışıklık sistemi arasında çok önemli bir bağ vardır. Vücudun kanserle savaşmasındabağışıklıksistemi anahtar görevi üstleniyor. Bağışıklık sistemi herhangibir nedenle zayıflarsa, kanser hücrelerini denetlemekte yetersiz kalıp gelişmelerine izin verebiliyor. Bu yüzden kanser bağışıklık sisteminin bir hastalığı, daha doğrusu bağışıklık sisteminin zayıflamasının yol açtığı bir hastalık olarak görülebilir. Bağışıklık sisteminin zayıflamasının yol açtığı tek hastalık kanser olmamakla birlikte bu hastalıklar içindeki en ciddi örnektir.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ NEDİR?
Bağışıklık sistemi vücudun hastalık yapabilecek mikroorganizmalara karşı oluşturduğu savunma sistemidir. Bağışıklık sistemi kavramı çok eski tarihlerden beridir bilinmektedir. Bulaşıcı hastalıklar geçiren ve iyileşen kişilerin yeniden aynı hastalığa yakalanmadıkları görülmüş ve böylece bağışıklık sisteminin varlığı anlaşılmıştır.
Bağışıklık sisteminde temelde 2 grup hücre rol oynar. Fagositler ve lenfositler. Bu hücreler belirli anatomik bölgelerde yer almakla birlikte yaygın olarak bütün vücuda dağılmış durumdadır ve topluca bağışıklık sistemini oluştururlar. Bağışıklık sisteminin vücuda yabancı nesnelerle vücudun kendi yapılarını tanıma ve ayırt etme yeteneği vardır. Sistem vücut yapılarına karşı herhangi bir tepki göstermez. Bu olaya da immünolojik tolerans denir.
Sistemdeki bazı hücreler genel savunma görevini üstlenmişlerdir. Bunlar vücudun kendisinden olmayan, yabancı olarak gördükleri her şeye saldırırlar. Genel savunma hücreleri az önce bahsettiğimiz Fagositlerdir.
Fagositlerin erleri olarak tabir edebileceğimiz nötrofiller kan içinde çok hızlı hareket ederek düşmanı gördükleri zaman amip gibi kollar uzatıp etrafını sarar ve kimyasal silah gibi üzerine sindirim enzimleri salgılarlar.
Makrofajlar ise büyük ve yavaş yiyici hücrelerdir. Sonsuz sayıda bakteriyi yavaş yavaş yiyebilirler. Virüs ya da bakteriyi sindirdikten sonra, makrofajlar yedikleri saldırganın parçalarını dışarı atarak lenfositler adı verilen hücrelere sunarlar.
Bundan sonra özel hedefe yönelik lenfosit hücreleri devreye girer. Bunların B ve T hücreleri olmak üzere iki türü vardır. B hücreleri savunma sisteminin generalleri olarak düşünülebilir. Kan dolaşımına antikorları gönderirler, daha önceki savaşların kayıtlarını tutarak aynı saldırıların tekrarlanmasını engellerler. Üç tür olan T hücrelerinden Öldürücü T hücreleri vücutta virüsler tarafından kuşatılan hücreleri öldürür.
Yardımcı T hücreleri ve Bastırıcı T hücreleri ise vücudun verdiği bağışıklık yanıtının boyutlarını kontrol eder ve enfeksiyonla savaş sona erdiği zaman her şeyin normale dönmesini sağlar.
Bir de Doğal Öldürücü Hücreler vardır. Bunlar Öldürücü T hücrelerinin akrabasıdır. Virüsler tarafından enfekte olmuş hücrelerle bazı tümör hücrelerini öldürürler.
Bağışıklık sisteminin önemini sanırım bu şekilde anlatmış olduk. Bağışıklık sistemi zayıf olan bir kişi her türlü hastalığa daha kolay yakalanır ve daha zor kurtulur.
Bağışıklık sistemimizin beslenme şeklimizle doğrudan ilişkisi vardır. Bu ilişki dünya çapında yapılan araştırmalarla da kanıtlanmıştır.
Yetersiz beslenen kobay fareleriyle, iyi beslenen bağışıklık sistemi güçlü fareler arasında tedaviye cevap verme oranının çok farklı olduğu görülmüştür.
Kemoterapi
Kanser, isim olarak ürkütücü bir hastalıktır. Kanser adı, kanserli hücrelerin yanlara doğru yengeç gibi ilerlemesinden gelir. Latincede "Cancer" sözcüğünün karşılığı yengeçtir. Üzerinde halen büyük bütçeli araşırmalar yapılmaktadır. Uzun zamandır dünya çapında kanser tedavisinde kemoterapi ilaçları kullanılmaktadır. Tıp iliminde hiçbir konu kemoterapi kadar eleştiri yağmuruna tutulmamıştır.
Teorik olarak oldukça çekici olan bu yöntem, enfeksiyonlara karşı kullanılan antibiyotikler görünümündedir. Ne çare ki kanser hücrelerine yönelmesi ve onları öldürmesi umulan bu ilaçlar, aynı zamanda sağlıklı ve hayati dokulara da zarar vermektedir.
BİTKİSEL TEDAVİ
Herbalist Saadet'in tavsiye ettiği bitki ve bitki özleri kullanılarak kanser tedavisinde çok başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Bu hastalığı yenebilmek için ilk yapılması gereken vücudun bağışıklık sisteminin en iyi şekilde güçlendirilmesidir. Fakat sadece bağışıklık sistemini güçlendirmek yeterli değildir. İyi bir tedavinin yanı sıra bağışıklık sistemi güçlü tutulduğu zaman başarı sağlanabilmektedir. Bu da yine, Herbalist Saadet tarafından çok özel formüle edilmiş bitkisel maddelerle mümkün. Yapılan incelemelerde bu bitkisel maddeleri kullanmaya başlayan hastaların hızla kan değerlerinin yükseldiği, kanserli hücrelerin azaldığı ve zamanla kaybolduğu görülmüştür. Hastanın moralinin iyi olması bu rahatsızlıkta daha da önemli rol oynamaktadır. Hasta kendini canlı ve iyi hissettikçe tedavisi daha da kolaylaşmaktadır.
Yukarıda da anlattığımız gibi kemoterapi gören bir hastanın vücudunda kan üretimi azalıp, değerleri düştüğünden çok fazla halsizlik görülmekte ve saçlarda dökülme meydana gelmektedir. Bu, hastanın moral yönünden de çökmesine sebep olarak tedaviyi ters yönde etkilemektedir. Herbalist Saadet'in formüle ettiği bitkisel terkip kullanıldığı zaman hasta bu dönemi çok daha rahat atlatmaktadır. Kan değerleri fazla düşmemektedir. Saçları da daha az dökülmektedir. Dolayısı ile hastanın morali de fazla bozulmamaktadır. Her hastalıkta olduğu gibi özellikle bu hastalıkta da hastanın moralinin iyi olması tedaviyi kolaylaştırmaktadır. Herbalist Saadet'in 4 ila 6 ay süren bu tedavi sistemi ile kanserden kurtulmuş, uzun yıllardır sağlıklı şekilde yaşayan insanlar mevcuttur. Elbette ki kanserde de erken teşhis önemli rol oynamaktadır.
Bu da başka bir hasta yakınının teşekkür yazısıdır.
Kanser tedavisinde disiplinli bir uygulama gerekir. Klasik tedaviler devam ediliyorsa da, şifalı bitki ve bitki özleriyle mutlaka desteklenmelidir. Öncelikle bağışıklık sistemini ve genel olarak metabolizmayı güçlendirmeyi, kanserli hücreleri temizlemeyi hedef alan bu tedaviler hiç vakit geçirilmeden klasik tedavilerle veya tek başına uygulanmalıdır. Ancak hiçbir tedavi şansı kalmadığında şifalı bitkileri anımsamak hiçbir yarar sağlamayabilir. Yani bitkisel tedavi son umut olarak görülmemelidir. Doktor kontorolleri bırakılmadan düzenli bir şekilde bitki ve bitki özleri kullanılarak tedaviye devam edilmelidir. Kanser tedavisinde gıda rejimi de önemli yer tutmaktadır. Aldığımız bazı besinleri azaltıp, bazılarını artırmak gerekir. Aşağıda kanserden koruyan ve bağışıklık sistemini güçlendiren gıdalardan bahsedeceğiz.
Sayfada bu hastalığın tedavisinde kullanılan bitki ve bitki özlerinin isimleri özellikle belirtilmemiştir. Bu bitki özleri her yerde bulunabilen maddeler değildir. Hastalıklarda kullanılan bitkilerin dahi özenli bir toplama, kurutulma ve saklama şekli vardır. Bunlar özenle hazırlanmalıdır. Aksi takdirde bu hastalığın tedavisinde başarı sağlanamamaktadır. Özelliklede kanser hastalığında hastalığın türü, hastanın yaşı ve hastalığın aşaması çok önemlidir. Niyetimiz burada basit birkaç bitki ismi yazarak hastaları oyalamak değildir. Kanser tedavisinde asıl etkiyi yapan saf bitki özleridir.
Çeşitli kanser ve lösemi türlerinde birçok kişi bana başvurup fayda görmüştür. Fakat bana başvuranların neredeyse yarısına hiçbir şey tavsiye edemiyorum. Çünkü kanser çok ilerledikten sonra böyle bir tedavi akla geliyor. Ama artık çok geç kalınmış oluyor. Çok ilerlemiş vakalarda bitkisel ilaçlar faydalı olamayabiliyor. Hal bu ki daha rahatsızlığın başındayken, kemoterapiye veya herhangi bir tedaviye yeni başlarken önerdiğim bitkisel tedaviye başlanırsa çok daha iyi neticeler almaktayım.
Hasta, kemoterapi alsın veya almasın, özellikle bağırsak kanserinde, karaciğer kanserinde, akciğer kanserinde, lenf kanserlerinde, meme kanserinde ve lösemi türlerinin tedavisinde önerdiğim saf bitki özleri damlası ile harika sonuçlar almaktayız.
Herhangibir sağlık sorununuzda bitki ve bitki özlerinden faydalanmak istiyorsanız danışmanımız olan Herbalist Saadet'e ulaşmak için
Ayrıca (0324) 237 45 03 ve (0537) 468 16 27 numaralı telefonlardan da kendisine ulaşabilirsiniz.
KANSER VE BESLENME
SADECE BESLENMEYE DİKKAT EDEREK KANSER TEDAVİ EDİLEMEZ FAKAT DOĞRU BESLENMEYLE TEDAVİ DESTEKLENEREK KURTULMA ŞANSI KESİNLİKLE ARTIRILABİLİR.
ANTİOKSİDAN VİTAMİNLER:
A, E, C ve beta caroten antioksidan vitaminler olarak bilinirler. Bunlar, bedende çok kısa ömürlü fakat saldırgan olan “serbest radikaller” diye adlandırılan moleküllerle savaşırlar. Serbest radikaller, beden gözelerine zarar verir, bağışıklık sistemini zayıflatırlar. Hastalıklar sırasında antioksidan vitaminler çok önemlidirler. Çünkü onlar bedenimizi oluşturan tüm dokuları korurlar.
Serbest radikaller beden metabolizmasında açığa çıkan maddeler olabileceği gibi dış etkenlerle de oluşabilirler. Sigara, alkali ultraviyole ışınları, ozon tabakasının kaybı, güneş banyoları, ilaç tedavileri, çevre kirliliği gibi değişik nedenlerle ortaya çıkabilirler. Ayrıca ruhsal bozukluklar, stres ve korkular da serbest radikalleri çoğaltırlar.
Sağlam bir organizmada “Radikal yakalayıcılar” ya da diğer adıyla “antioksidan maddeler” bulunur ve bu saldırgan molekülleri uzaklaştırırlar.
Beden çalışması sırasında çeşitli biyokimyasal olaylar sonucu ortaya çıkan serbest radikaller fazla miktardaysa, hücre çekirdeğine girer, ona zarar verir veya bozarlar. Tümör oluşumları da serbest radikaller içerirler.
Kanser oluşumu sırasında bedendeki bu oksidadiv zarar az yada çok olabilir. Bu durumda radikal yakalayıcılara çok görev düşmektedir.
Vitamin A ve C nin antioksidan etkileri yanında beden bağışıklığını artırıcı etkileri de vardır.Ayrıca C vitamini Kanser yapımını uyarıcı etkisi olan nitrosaminleri durdurur; yani kanseri engeller.
Eğer beslenme planlarını bilinçli yapar ve aşağıda belirtilenlere dikkat ederseniz, bedeninizin gereksinim duyduğu radikal yakalayıcılar artar.
Taze meyveler (özellikle turunçgiller, çilek, biber ve diğer C vitamini içerenler)
Sarı renkli meyve ve sebzeler (havuç gibi), yeşil yapraklı sebzeler
Buğday kabuğu, ayçiçeği yağı ve zeytinyağı (E vitamini)
Balıklar, tahıllar, brokoli, lahana, soğan, sarımsak da iyi bir antioksidandır.
KANSERDEN KORUYAN VİTAMİNLER VE MİNERALLER
C VİTAMİNİ
Hem doğal hem de yapay c vitamininin kanseri önlemedeki etkinliğiyle ilgili araştırmalar vardır.
C vitaminini az alan kişilerin kalın bağırsak kanseri olma riski 3 kat artmaktadır. Kalın bağırsaktaki etkisi DNA ‘ya zarar veren mutajenleri azaltmak ya da engellemek olabilir. Ameliyatla bağırsaklarından polip alınmış hastalara C ve E vitaminleri verilmesi poliplerin tekrarlanmasını engellemiştir.
Mide kanseri le ilgili bir teoride fazla yenen yağların oksitlenerek serbest radikal üretiminde rol oynamaları ve kanser riskini artırmalarıdır. C ve E vitamini gibi antioksidanlar bu süreci engellemektedirler.
Mide kanserini önlemede taze meyve ve sebzelerin rolü birçok araştırmayla ispatlanmıştır. Örneğin haftada 2 defadan az meyve yiyen Polonyalıların mide kanserine yakalanma riskleri, her gün yiyenlere göre 3 kat yüksek bulunmuştur.
Dünyada mide ve yutak kanserinden ölenlerin en çok bulunduğu yer Çin’in bir bölgesidir. Bunun nedenlerinin nitrozaminler, bir küf toksini olan mikotoksinler ya da çok sıcak çay içilmesi olabileceği düşünülmektedir. Bu bölgede yaşayan Çinlilerin diyetinin çok az meyve içerdiği ve kandaki C, A ve E vitamini seviyelerinin düşük olduğu gözlenmiştir.
C vitamini Ağız, yutak ve nefes borusu kanserlerinden de korumaktadır.İran’da yapılan bir araştırmada C vitamini kaynağı meyveler içerisinde en etkilisinin portakal olduğu belirlenmiştir.
Beslenmeyle fazla ilgisi yok gibi görünen akciğer kanserinde bile C vitamininin koruyucu rolü bulunmaktadır.
C vitamini yalnızca bitkisel gıdalarda bulunur. Kuşburnu, kivi, turunçgiller, çilek, brokoli, kırmızı ve yeşil biber, kavun, yeşil yapraklı sebzeler, karnabahar, domates, patates en iyi kaynaklardır.
Beta karoten ve A vitamini
Harvard Üniversitesinde 90.000 kadın üzerinde yapılan bir araştırmada A vitaminini en çok tüketen kadınların meme kanseri riskinin çok düşük olduğu gösterilmiştir. Başka bir araştırmada yumurtalık kanseri olan kadınların kanlarındaki beta- karoten düzeyinin düşük olduğunu ve diyetlerinde karoten içeren gıdalara az yer verdiklerini ortaya çıkarmıştır. Beta- karotence zengin gıdaların tüketimi mesane kanserini de önlemektedir.
Sigara akciğer kanserinde başlıca rolü oynadığı halde neden sigara içen herkesin kansere yakalanmadığını merek Adenler bulunabilir. Bunun nedenlerinden biri bu kişilerin fazlaca A vitamini almaları olabilir.
A vitamini organları saran hücrelerdeki değişmeleri kontrol eder. Bu nedenle sigara içen kişilerde A vitamini düzeyi yüksekse akciğer kanseri riski azalmaktadır.
A vitamini ve beta-karotenin kanserden koruma mekanizmaları arasında , mutajen oluşumunu ve güneşin uv ışınlarından zarar görmemizi engellemeleri bağışıklık sistemini güçlendirmeleri kanser yapıcı maddelerin hücre çekirdeğine zarar vermesini önlemeleri ve serbest radikalleri yakalamaları sayılabilir.
Balık, yumurta, karaciğer, kuzu ve dana etleri, süt ve yoğurt A vitamini içerir.
Havuç, kayısı, tatlı kabak, kavun, şeftali, ıspanak, brokoli, maydanoz, dere otu, roka, tere Beta-karoten içerir.
E VİTAMİNİ
Hem serbest radikalleri yakalayarak, hemde bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser riskini azaltır. E vitamininin değişik formları arasında serbest radikaller üzerinde en etkili olanı Alfa-tokoferol dür.
Özellikle kadınların yakalandığı kanserleri önlemede en yararlı vitaminlerden biri E vitaminidir. 15.000 Finlandiyalı kadın üzerinde yapılan bir araştırmada kandaki E vitamini düzeyi yüksek kadınların serviks kanserini de içeren çeşitli kanserlere yakalanma riskinin daha düşük olduğu gösterilmiştir.
Erkeklerde de E vitamini alımının prostat kanseri riskini üçte bir, bu kanserden ölüm oranını da %40 azalttığı belirlenmiştir.Sürekli olarak E vitamini alan kişilerin ağız ve yutak kanserine yakalanma riski yarı yarıya düşmektedir. Sigara içen ya da tütün çiğneyen kişilerde de E vitamininin bu kanserlerden koruyucu etkisi gösterilmiştir.Kimyasal kanserojenlerle temas sonucu oluşan deri kanserini önlemek de E vitaminiyle mümkün olabilmektedir.
Bitkisel yağlar, mayonez, ay çekirdeği, yerfıstığı, buğday embriyosu, yeşil yapraklı sebzelerde E vitamini bulunur.
FOLİK ASİT
Sebze ve meyvelerde bolca bulunan bu B vitamini genlerin normal olarak kuşaktan kuşağa geçmesi için gereklidir. Folik asit yetersizliğinde kromozomlarda kopmalar olmaktadır. ABD de yapılan geniş çaplı bir araştırmada kalın bağırsak kanseri için belirteç olan bağırsak poliplerinin diyetteki folik asit düzeyiyle ters ilişkisi ortaya çıkarılmıştır. Günde yaklaşık 400 mikrogram folik asit alan kişilerde kolon kanseri en düşük oranda görülmektedir.Yeşil sebzeler, portakal suyu, kuru baklagiller, enginar folik asitin en iyi kaynaklarıdır.
D VİTAMİNİ VE KALSİYUM
Bu iki besin öğesinin kanserden koruyucu rolü ilk kez kuzey ülkelerinde yaşayan insanların kanserden ölüm oranlarının daha yüksek olduğunun farkına varılması sonucu ortaya atılmıştır. Son zamanlarda yapılan araştırmalar D vitamini ve kalsiyumu kalın bağırsak,meme ve prostat kanserinden koruyucu etkisi olduğu göstermiştir.
Kalsiyumun bağırsak kanserini hangi mekanizmayla önlediği tam olarak bilinmemekle birlikte, emilim sırasında bağırsaklardan salgılanan ve kansere neden olabilen safra asitlerini bağlayarak bağırsakların zarar görmesini engellediği sanılmaktadır.Ayrıca sindirim sırasında ortaya çıkan ve bağırsak hücreleri için toksik olan yağ asitleriyle birleşerek sabun oluşturmakta ve bu sabun emilemediğinden dışarı atılarak temizlenmiş olmaktadır.
D vitamini ve kalsiyumu yağlı balıklar, yumurta sarısı, kuru baklagiller, yeşil sebzeler, incir kurusu, badem , peynir ve sütten alabiliriz. D vitamini güneş ışınlarıyla deri altında sentez edilebilen bir vitamindir.
SELENYUM
1800 lü yılların başında yerkabuğunda keşfedilen selenyum diyetteki minerallerin en zehirlisidir. E vitaminiyle birlikte dokuları koruma görev alır. Son yıllarda yutak, kalın bağırsak ve rektum kanserlerinin yaygın görüldüğü bölgelerde selenyumun yetersiz alındığı belirlenmiştir. Hayvanların diyetinde de selenyum yetersiz bulunduğu zaman küf toksinlerinin kanser yapıcı etkisi artmaktadır. Ayrıca hayvanlarda virüslerin neden olduğu kanserleri de önlediği gösterilmiştir. Ancak selenyumun koruyucu dozu ile toksik dozu arasında çok dar bir sınır ulunduğundan zehirlenmeyi önlemek için doktor kontrolünde alınmalıdır. Aşırı selenyum bulantı, kusma, kellik, tırnak dökülmesi ve sonuçta ölüme yol açabilir.
Selenyum balıklarda, tahıllarda, bira mayasında, brokoli de, lahana, kereviz, salatalık, soğan, sarımsak, turp, mantar, yumurta, ay çekirdeği ve mısır cipsinde bulunur.
KANSERLE SAVAŞTA ETKİLİ GIDALAR
Meyveler:
Portakalda hesperidin, kan portakalında antosiyanin, greyfurtta naringin, mandalinada tangeretin ile turunçgillere özgü nobiletin ve sinesetin adlı flavonlar bulunmaktadır. Bunlar vücudun kanserli maddeleri atmasını ya da toksinini gidermesini sağlayarak yüksek antikanser etki gösterirler. Bu flavonlar arasında kanserin yayılmasını önlemede en etkili olanı mandalinadaki tangeretindir. Son yıllarda bu maddenin insanda karaciğer kanserinin metastazını önlediği düşünülmektedir. Nobiletinin de deri kanserinin ilerlemesini önemli ölçüde azalttığı gösterilmiştir. Limonenler ise vücutta kanserojen maddeleri parçalayan enzimleri arttırmaktadır.
Üzümde bulunan proantosiyanidin ve resveratrol adlı flavonoidlerin güçlü birer antikanserojen olduğu, ananas ve çilekteki maddelerin de kanser yapıcı nitrozaminin oluşumunu engellediği belirlenmiştir.
Bioflavonoidlerin meyvelerdeki diğer iyi kaynakları arasında kayısı, kavun, kuş üzümü, kiraz ve erik sayılabilir.
Çilek böğürtlen gibi çilekgiller ailesinden meyveler, alma ve üzüm ellagik asit adlı bir antikanserojen madde içerir. ABD deki Ohio Tıp Fakültesinde Dr. Stoner ve arkadaşları araba egzozu, sigara dumanı ve küf toksini gibi kanser yapıcı maddelerle temas ettirilen deney hayvanlarında ellagik asitin kanser oluşumunu engellediğini göstermişlerdir. Örneğin üzümde bol miltarda bulunan bu asit, kanser hücrelerinin büyümesi için gerekli enzimlerin vücutta yapımını durdurmaktadır. Saf olarak elde edilen ellagik asitin emilimi zordur. Ancak meyvelerde şekere bağlı olduğundan daha kolay emilmektedir.
Kuru baklagiller ve tahıllar:
Kuru baklagiller ve tahıllarda kanserden koruyucu birçok madde vardır. Fitatlat, Fitosteroller, Fitoöstrojenler, Proteaz inhibitörleri ve saponinler en önemlileridir.
Fitatlar genellikle lif içeriği yüksek gıdalarda bulunur. Bu nedenl, yüksek lif içerikli gıdaların yalnızca lif değil, aynı zamanda içerdikleri fitat nedeniyle de kalın bağırsak kanserini önleyebileceği belirtilmektedir. Laboratuar deneylerinde fitatların kalın bağırsak ve başlangıç aşamasındaki meme kanserini engellediği gösterilmiştir. Fitatların diyetimizdeki en iyi kaynakları buğday kepeği, pirinç, bakla, soya, yerfıstığı, arpa, yulaf ve mısırdır.
Fitoöstrojenler içeren soya fasülyesinin meme, prostat, lösemi ve deri kanserini önemede etkili olduğu belirtilmiştir.
Proteaz inhibitörleri içeren soya, diğer kuru baklagiller, pirinç, patates gibi bitkisel gıdaların yine birçok kanser türlerinin oluşmasını engellediği bilinmektedir.
Saponinler antioksidan etki göstererek hücreleri serbest radikallerden korurlar ve kansere neden olan DNA mutasyonunu önlerler.
Saponinler soya, nohut, bakla, bezelye, mercimek, kuru fasülye, yeşil fasülye ve yulafta bol miktarda bulunurlar.
Çaylar:
Yeşil çayın bol tüketildiği uzak doğu ülkelerinde kanser türlerinin az görülmesi bilim adamlarını çaydaki maddeleri incelemeye yöneltmiştir.
Çaydaki kansere etkili maddeler taninler ve kateşinlerdir.
Yeşil çay, mide, onikiparmak, meme, yutak ve lenf kanserinde etkilidir.
Siyah çayın daha çok deri kanserini önlediği anlaşılmıştır.
Sayın Prf. Dr. Aysel Kavas’ ın Ege üniversitesinde yaptığı araştırmalarda kuşburnu, adaçayı ve karabaş otu çayının antimutajen etki gösterdiği, DNA mutasyonunu engellediği ve kanseri önlemede kullanılabileceği belirtilmiştir.
Ayrıca ısırgan otu çayının da anormal hücre oluşumunu engellediği bilinmektedir.
Sarımsak, soğan, nane, kekik, zencefil, kimyon, biber de antikanser özelliği olan baharatlardandır.
Özellikle sarımsak ve soğan sofralarımızdan eksik etmememiz gereken sebzelerdendir.
Kanser, vücuttaki hücrelerin denetimden çıkıp vücudun diğer bölümlerinden bağımsız ve kontrolsüz bir biçimde büyümeye başladığı bir hastalıktır. Bu hücreler saldırıya geçen öfkeli vahşiler gibi vücudun normal kurallarına isyan başlatır ve kendine ait ayrı bir düzen oluştururlar.
Kanserli hücreler neden sürekli bölünürler?
Kültürde, normal hücreler komşu hücrelere yapışarak ilişkilerini devam ettirirler. Bu yapışma (adhezyon) noktalarında hücrelerde elektronca yoğun bir plak oluşur. Bununla birlikte, hücrelerin ameboid uzantılarında yavaşlama ve durma görülür. Bu olaya kontak inhibisyon denir. www.genetik bilimi.com adlı sitede yer alan bilgilere göre; Bu şekilde, hücre bölünmesi kontrol edilir. Deneysel olarak, normal hücreler bir kültür ortamında kendilerine sağlanan ortam şartları ne kadar iyi olursa olsun kontak inhibisyon nedeniyle tek tabaka oluşturduktan sonra daha fazla çoğalmazlar. Çünkü, bölünme sınırlı sayıda olur. Fakat, kanser hücreleri sürekli çoğalarak birkaç tabakalı düzensiz kitleler oluştururlar. Bu da kanser hücrelerinde kontak inhibisyon kaybı olduğunu göstermektedir.
Kanser nasıl oluşur?
Kanserlerin yaklaşık %80-90’ı çevresel ve/veya davranış faktörleri tarafından meydana gelir ve önlenebilme potansiyeli vardır. Kalıtım yoluyla kanser meydana gelme olasılığı çevresel faktörlere oranla çok daha azdır.
x-ışınları, uv (ultraviyole-morötesi) ışınları gibi fiziksel ve bazı ilaçlar, polisiklik aromatik hidrokarbonlar gibi kimyasal faktörlerin yanında virüsler de biyolojik olarak normal karaktere sahip bir hücre kültürünü transforme ederek kanser oluşturabilirler.
Kimyasal karsinojenler, tümörü ya uygulandığı yerde (örn: cilt) veya absorbe edildiği yerde (örn: bağırsak) ya da metabolizmanın durumuna göre karaciğer, böbrek gibi organlarda, bazen de direkt olarak alakası olmayan bir yerde meydana getirirler. Fakat, karsinojene maruz kalma kanser oluşturmak için tek başına bir sebep değildir. Karsinojenler ancak uygun yer ve zamanda kanser oluşturabilirler.
Sayabileceğimiz bazı kimyasal karsinojenler şunlardır:
* Hidrokarbonlar: baca temizleyicileri, boya endüstrisinde kullanılan maddeler
* Afla toksin ( küf mantarı tarafından sentezlenir)
* Nikel, krom
* Sigara (nikotin, tar)
* Yiyecek katkıları
* Birçok ilaçlar
* Parfümlerde kullanılan bazı kimyasallar
Fiziksel faktörlerin, kanserojen kimyasal maddelerin veya onkojenik (kansere neden olan) virüslerin konak hücre genomu ile etkileşimleri sonucu hücreler değişmekte ve farklı antijenite kazanmaktadır. Bir normal hücrenin kontrolden çıkarak hızla bölünmesiyle oluşan kanserli hücrede birçok anormal doku antijeni belirmektedir. Tümör hücrelerinde yeni yeni antijenler oluşmakta ve normal antijenlerin kaybına veya değişikliğine neden olabilmektedir. Erken fötal dönemde, normalde bulunan protoonkogenlerin ( kansere sebep olabilme potansiyeli olan gen) farklılaşmasıyla anormal genler oluşmakta ve bunlara selüler onkogenler adı verilmektedir.
İmmün sistem (bağışıklık sistemi) ve kanser oluşumu arasındaki ilişki:
Bağışıklık sistemi yabancı doku antijenlerini kolayca tanıyabilir ancak, tümör dokusunu organizmadan kolayca atamaz. İnsanda bir saniyede bir milyara yakın hücre çoğalması olmakta ve somatik olarak bunların birkaçı, günde yüzlercesi mutasyonla farklı hücreler oluşturmaktadır. Bu farklı hücrelerin temizlenmesinde hücresel immün cevap mekanizması rol oynamaktadır. Buna, immün sistemin kansere karşı “immün denetimi” denmektedir. İmmün sistem, tümör oluşumunu denetlemekte, aynı zamanda tümör hücresi ve antijenlerine karşı immün cevap çıkarmaktadır. Hücresel immün cevap baskılandığı zaman kanser oluşumu artmaktadır.
Yenidoğan ve yaşlılık dönemlerinde immün cevap mekanizması zayıflamaktadır. Yaşlılarda prostat kanseri, çocuklarda nöroblastoma sık görülmektedir. İmmün sistemi baskılayıcı ilaç kullananlarda tümör oluşumu riski artmaktadır. İmmün sistem bozukluğu olan hastalarda da bazı kanser tipleri gelişebilmektedir.
Kanser neden öldürür?
Kanser hastalarının çoğu, kalp hastalığı veya başka enfeksiyonlar gibi kanserle ilgisi olmayan nedenlerden dolayı ölür. Tümörün bulunduğu bölge ve tümörün yayıldığı bölgenin büyüklüğü ölümü direkt veya indirekt olarak etkileyen nedenlerdir. Ölümün temel nedeni, beyin, akciğer, karaciğer gibi hayati önemi büyük olan organlarda tümör oluşması veya tümörün bu organlara yayılmasıdır.
KEMOTERAPİ,RADYOTERAPİ VE AMELİYAT NEDİR?
Yukarıda bahsettiğimiz kanser hücrelerini zehirleme yönteminin genel adı "Kemoterapi" dir.Şu an en yaygın uygulanan ilaç da budur.
Diğer klasik tedavi yöntemlerinden birisi de "radyoterapi"dir. Buna halk arasında "Işın,şua tedavisi"de denilmektedir.Bu yöntem,serbest kanser hücrelerinden çok kanser topluluğu olan tümörleri pasifize veya yok etmek amaçlı olarak uygulanır.Kanser tümörünün olduğu bölgeye, radyoaktif ışın verilmek suretiyle tümörü meydana getiren hücreler yakılmaya çalışılır.Bu yöntem de normalde sağlıklı insana bile tehlikeli şekilde zarar veren bir uygulamadır.Kanser hastasına verilen dozun biraz üzerinde ,sağlıklı bir insana uygulandığında kanser hastası yapacak veya sakatlık bırakacak radyasyon ihtiva etmektedir.Bu zararı nedeni ile ancak belli dozlarda verilebildiğinden "Radyoterapi" de kanser tümörünü tamamen yok edememekte, belli bir süre için durdurmaktadır. Kemik metastazları,akciğer kanserleri ve cilt kanserlerinde hastalığı bir süre durdurduğu kanıtlanmış bir uygulamadır.
Klasik,konvansiyonel kanser tedavilerinde diğer ve önemli bir yöntem de "Ameliyat" yani "Tümör alma operasyonudur" Eğer,kitlenin yeri ve büyüklüğü açısından operasyon olanağı var ise,insan bünyesine en az zarar veren tedavi yöntemidir.Özellikle meme ve bağırsak kanserlerinde bu şekilde tümörler opere edilerek alınmakta,kalan serbest hücreler için de akabinde kemoterapi uygulanarak hastanın ömrü uzatılmaktadır.Serbest kanser hücreleri büyük oranda temizlenebilirse,bu yöntemle %40 lara varan oranda iyileşmeler sağlanmaktadır.Kanser veya diğer hastalıklar için tıpta bir kural vardır:Eğer tedaviden sonra,hiç bir yeni tedavi yapılmadan o hastalık 5 yıl içinde nüksetmemiş ise hasta tamamen iyileşmiş demektir.
LÖSEMİ TİPLERİ
Löseminin akut ve kronik olmak üzere iki ana tipi vardır. Akut lösemi; birden ortaya çıkan, hızla
ilerleyen ve hastayı düşkün bırakan lösemi tipi olup, akut lenfoblastik lösemi (ALL) ve akut
myelobalstik lösemi (AML) olmak üzere iki ana tipten oluşmaktadır. Kronik lösemi ise, daha yavaş
seyirli, hastayı birden kötüleştirmeyen tiptir. Kronik myelositer lösemi (KML) ve kronik lenfositer
lösemi (KLL) olmak üzere iki ana tipi içermektedir. Akut lösemide kanda lökosit sayısı düşük, normal
ya da yüksek olabilirken, kronik lösemide kanda lökosit sayısı artmıştır. Löseminin hangi tip olduğu,
hastanın muayenesinin yanı sıra, kan ve kemik iliğindeki hücrelerin mikroskop altında incelenmesi ve özel boyalar ile boyanarak ileri laboratuar incelemelerinin yapılması ile hematologlar tarafından belirlenir.
Her lösemi tipinin kendine özgü birçok alt tipi ve tedavi şekli vardır.
AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ (ALL)
Çoğu ALL vakası 10 yaş ve altındaki çocuklarda görülmektedir, fakat diğer yaş gruplarında da bu
hastalığa rastlanmaktadır.
ALL kalıtsal bir hastalık değildir, kemik iliğinde yer alan hücrelerin değişime uğraması nedeniyle
ortaya çıkar. Bu değişimin nedeni tam olarak belirlenememiştir. Ancak yüksek dozda radyasyona veya
doğum öncesi ya da erken çocukluk dönemlerinde toksinlere maruz kalma gibi çevresel faktörlerin ALL üzerinde etkili olduğu belirlenmiştir.
Bir ALL hastasının kemik iliği çok sayıda blast üretir. Blastaların lenfositlere dönüşmesi gerekirken
bu olmaz ve kemik iliğinde o kadar çok blast birikir ki normal lökosit, eritrosit ve trombosit üretecek
yer kalmaz.
Semptomlar:
Erken döneme ait belirtiler genelde gözden kaçmaktadır, çünkü bu dönemdeki şikayetler nezle
veya diğer sık gözlenen hastalık şikayetlerine benzer.
- halsizlik, nefes darlığı, solgun görünüm-eritrositlerin eksikliğinden kaynaklanan,
- sık sık enfeksiyona yakalanma-lökositlerin eksikliğinden kaynaklanan,
- ciltte sık sık çürükler meydana gelmesi veya kesiklerin çok güç iyileşmesi-trombosit eksikliğinden kaynaklanan,
Tanı:
Hastaya tam bir ALL tanısı, hastadan alınan kan ve kemik iliği
örnekleri mikroskop altında inclendiğinde ve çok sayıda blast oluşumu gözlemlendiğinde konur.
Hasta ve doktoru tedaviye karar verecekleri zaman ALL alt tiplerini, hastanın yaşını ve hastanın
genel sağlık durumunu göz önünde bulundurarak plan yaparlar.
Tedavi:-Kemoterapi:
Tüm ALL hastalarına, hastalığın teşhisinden itibaren hemen Kemoterapi uygulaması başlatılmalıdır. Kemoterapide amaç normal kan hücrelerinin üretimini onarma ve hastada remisyon elde edilmesidir. Tedavide hangi ilaçların kullanılacağı hastanın yaşı, kanda bulunan lösemi hücrelerinin sayısı ve tipi
gibi faktörlere dayanarak belirlenir. Lösemi hücreleri genelde omurilik ve beyin dolaylarında toplandığından, ALL hastalarına kemoterapötik ilaçlar omurilik çevrsindeki boşluğa enjeksiyon
yoluyla verilir. Kemoterapötik ilaçlar lösemi hücrelerinin çoğalmasını engelleyerek öldürür. Ne
yazık ki kemoterapi sağlıklı hücrelerin de ölümüne yol açar, bu nedenle ALL hastalarında bulantı, halsizlik, yüksek enfeksiyon riski gibi yan etkiler görülür.
Pek çok ALL hastasında, kemoterapi normal kan hücrelerinin üretimini birkaç haftada eski haline
getirir ve kan ve kemik iliği örneklerinin mikroskobik incelenmesi sonucunda lösemi hücresine
rastlanmaz. Bu durumda hasta remisyonda demektir. Çocuklarda kemoterapi uzun süreli remisyon
sağlasa bile ergin bireylerde ALL genellikle geri döner. Hastalığın tekrar nüks etmesi durumunda
hasta ve doktoru daha fazla kemoterapi ya da kök hücre transplantasyonuna başvurabilir.
-Hematopoietik Kök Hücre Transplantasyonu:
Kök hücreler üç tip kan hücresine-eritrosit(kırmızı kan hücresi), lökosit(beyaz kan hücresi) ve trombosit(kan pulcuğu)- dönüşecek olan olgunlaşmamış hücrelerdir.
Yakın bir zamana kadar kök hücre nakilleri kemik iliği nakli olarak bilinmekteydi, çünkü kemik
iliği bu tip hastalıkların tedavisinde kullanılan tek kök hücre kaynağı olarak bilinmekteydi. Şu an nakillerde kullanılan kök hücreler kemik iliği, kordon kanı ve periferik kandan elde edilmektedir.
Kök hücre nakillerinde, hasta, lösemi hücrelerinin ve bağışıklık sisteminin tahribini sağlamak üzere transplantasyon öncesi bir kemoterapi ve / veya radyoterapiye tabi tutulur.
İki tip kök hücre transplantasyonu söz konusudur ve ikisi de ALL tedavisinde kullanılmaktadır:
· Otolog kök hücre transplantasyonunda hastanın kendi kök hücreleri kullanılmaktadır.
· Allojeneik kök hücre nakillerinde ise bir vericiden alınan kök hücreleri kullanılmaktadır.
Otolog kök hücre nakillerinde, hastanın kemik iliğinden kök hücreler toplanır ve dondurulur. Yüksek doz kemoterapi ve/veya radyoterapiden sonra kök hücreler hastaya geri verilir. Her ne kadar bazı ALL hastalarında otolog nakil yapılsa da, allojeneik nakiller tercih edilmektedir, çünkü otolog nakil sonrası relaps görülme sıklığı yüksektir. Otolog nakillerde, allojeneik kök hücre nakillerinin ciddi bir yan etkisi olan GvHH önlenebilmektedir. Allojeneik kök hücre nakillerinde hasta için akrabalar ya da akraba dışı vericiler kullanılır. Akraba vericiler genelde hastanın kardeşleridir. Nakil düşünülen bir hasta için doktorunun yapacağı ilk iş hasta ile ailesinin doku tiplemesini yapmaktadır. Eğer akrabalardan herhangi birinde hasta ile uyum görülmez ise hastanın doktoru Kemik İliği Bankasına ve banka aracılığı ile Dünya Kemik İliği Bankasına uygun verici için başvuruda bulunur.
Akraba ya da akraba dışı verici kullanılmasına bakılmaksızın uygulanan nakil prosesi aynıdır:
Kök hücreleri vericinin kanından toplanır ve hastaya akrarılır. Otolog nakillerin aksine allojeneik nakillerde vericilerden alınan kök hücreleri nadiren dondurulur, vericiden alınmasını takiben 24 saat içinde hastaya aktarılır.
Bazı allojeneik nakillerin sonrasında hastalarda GvHH görülmektedir.
GvHH, hastanın yeniden yapılanan bağışıklık sistemi- vericiden alınan kök hücreler tarafından oluşturulan- hastanın vücuduna saldırır. İki tip GvHH vardır: Akut GvHH, semptomların hemen nakil sonrasında görüldüğü tiptir; semptomların yavaşça oluştuğu ve aylar hatta yıllar boyunca geçmediği
tip ise kronik GvHH olarak isimlendirilir. GvHH oluşması durumunda doktorlar ilaç tedavisine
gidebilir fakat GvHH bazı durumlarda nakil sonrası ölüme yol açabilir.
AKUT LÖSEMİLER (AML)AKUT MYELOİD LÖSEMİ
AML bulaşıcı ya da kalıtsal bir hastalık değildir. AML, kemik iliğindeki olgunlaşmamış hücrelerde bir sorun meydana çıktığında oluşur. Aslında hastalığın tam nedeni bilinmemekle birlikte radyasyon ya da benzene maruz kalma gibi çevresel koşullarla ilişkili olduğu bilinmektedir. AML her yaş
grubunda görülür, ancak erginlerde en sık görülen akut lösemi tipi olarak bilinir.
Semptomlar:
AML semptomları vücudun yeterli sayıda sağlıklı kan hücresi üretememesinden kaynaklanmaktadır. Bir AML hastasının kemik iliği çok sayıda blast üretir. Blastların granülositlere dönüşmesi gerekirken bu olmaz. Bu esnada kemik iliği yeterli sayıda normal eritrosit, lökosit ve trombosit üretemez.
Eritrosit eksikliğinden kaynaklanan:
- halsizlik, nefes darlığı, solgun görünüm
Trombosit eksikliğinden kaynaklanan:
- sık görülen dişeti ve burun kanamaları, kanamaların durmaması
- ciltte sık sık çürükler meydana gelmesi veya kesiklerin çok güç durması
- deride kızarıklıklar
Lökosit eksikliğinden kaynaklanan:
- hafif ateş
- kemik ve eklemlerde ağrılar
- sık sık enfeksiyona yakalanma
Tanı:
Bazı AML hastlarında yukarıdaki semptomlardan herhangi birine rastlanmaz. Hastalık ancak kan testleri sonucunda ortaya çıkabilir.
Hastaya tam bir AML tanısı, hastadan alınan kan ve kemik iliği örnekleri mikroskop altında incelendiğinde konabilir. Lösemi hücrelerinin şekli incelenerek AML alt tipleri belirlenebilir. AML’nin, hangi kan hücrelerinin etkilendiğine göre farklı alt tipleri vardır; bu alt tipler hastanın tedavi yönteminin seçiminde önemli yer tutar
Tedavi: -Kemoterapi:
AML hastalarına, hastalığın teşhisinden itibaren hemen kemoterapi uygulanması başlatılmalıdır. Kemoterapi lösemi hücrelerinin öldürülmesinde kullanılır. Kemoterapide ilk basamak indüksiyon tedavisidir. Kemoterapide amaç normal kan hücrelerinin üretimini onarma ve hastada remisyon elde edilmesidir. Bu ilaçlar lösemi hücrelerinin çoğalmasını engelleyerek öldürür. Ne yazık ki kemoterapi normal sağlıklı hücrelerin de ölümüne yol açar, bu nedenle AML hastalarında bulantı, halsizlik, yüksek enfeksiyon riski gibi yan etkiler görülür.
Pek çok hasta AML hastasında indüksiyon terapisi kan hücrelerinin üretimini birkaç haftada eski haline getirir ve kan ve kemik iliği hücrelerinin mikroskobik incelenmesi sonucunda lösemi hücrelerine rastlanmaz. Bu durumda hasta remisyonda demektir. Bu noktada, uzun süreli tedavi seçenekleri düşünülmelidir. Bu tedavi daha fazla kemoterapi ya da kök hücre transplantasyonunu içermektedir.
-Hematopoietik Kök Hücre Transplantasyonu:
Hematopoietik kök hücre nakli ile AML hastalarının kemik iliklerine sağlıklı kan hücreleri üretebilen hücreler aktarılabilmektedir. Kök hücreler üç tip kan hücresine-eritrosit(kırmızı kan hücresi), lökosit(beyaz kan hücresi) ve trombosit(kan pulcuğu)- dönüşecek olan olgunlaşmamış hücrelerdir. Kök hücre nakillerinde kaynak olarak periferik kan, kemik iliği ve kordon kanı kullanılmaktadır.
Kök hücre nakillerinde hasta, lösemi hücrelerinin ve bağışıklık sisteminin tahribini sağlamak üzere transplantasyon öncesi bir kemoterapi ve/veya radyason terapisine tabi tutulur.
İki tip kök hücre transplantasyonu söz konusudur ve ikisi de AML tedavisinde kullanılmaktadır:
Otolog kök hücre transplantasyonunda hastanın kendi kök hücreleri kullanılmaktadır.
Allojeneik kök hücre nakillerinde ise bir vericiden alınan kök hücreleri kullanılmaktadır.
Otolog kök hücre nakillerinde, hastanın kemik iliğinden kök hücreler toplanır ve dondurulur. Yüksek doz kemoterapi ve/veya radyoterapiden sonra kök hücreler hastaya geri verilir.
Otolog nakillerde, allojeneik kök hücre nakillerinin ciddi bir yan etkisi olan GvHH önlenebilmektedir. Her ne kadar bazı AML hastalarında otolog nakil yapılsa da, allojeneik nakiller tercih edilmektedir, çünkü otolog nakil sonrası relaps görülme sıklığı yüksektir. Allojeneik kök hücre nakillerinde hasta için akrabalar ya da akraba dışı vericiler kullanılır. Akraba vericiler genelde hastanın kardeşleridir. Nakil düşünülen bir hasta için doktorunun yapacağı ilk iş hasta ile ailesinin doku tiplemesini yapmaktadır. Eğer akrabalardan herhangi birinde hasta ile uyum görülmez ise hastanın doktoru Kemik İliği Bankamıza ve bankamız aracılığı ile Dünya Kemik İliği Bankasına uygun verici için başvuruda bulunur. Akraba ya da akraba dışı verici kullanılmasına bakılmaksızın uygulanan nakil prosesi aynıdır: kök hücreleri vericinin kanından toplanır ve hastaya aktarılır. Otolog nakillerin aksine allojeneik nakillerde vericilerden alınan kök hücreleri nadiren dondurulur, vericiden alınmasını takiben 24 saat içinde hastaya aktarılır.
Bazı allojeneik nakillerin sonrasında hastalarda GvHH görülmektedir.
GvHH, hastanın yeniden yapılanan bağışıklık sistemi- vericiden alınan kök hücreler tarafından oluşturulan- hastanın vücuduna saldırır. İki tip GvHH vardır: akut GvHH, semptomların hemen nakil sonrasında görüldüğü tiptir; semptomların yavaşça oluştuğu ve aylar hatta yıllar boyunca geçmediği tip ise kronik GvHH olarak isimlendirilir. GvHH hasta için oldukça ciddi bir tehlike oluşturmakla birlikte, nakilden sonra hastalar doktorları tarafından yakın takibe alınır ve herhangi bir GvHH belirtisi görüldüğü anda ilaç tedavisine başvurulur.
KRONİK LÖSEMİLER KRONİK MYELOJENİK LÖSEMİ (KML)
Çoğu KML vakası ergin bireylerde görülmekle birlikte ancak %2’lik bir oranda
çocuklarda da görülmektedir. KML kalıtsal bir hastalık olmamakla birlikte genetik bir
faktör
içerir. KML, Philadelphia kromozomundaki bir değişimden dolayı kemik iliği
hücrelerinin
fazla sayıda lökosit oluşturmasından kaynaklanır. Adından da anlaşıldığı gibi KML’ nin
kronik olması, hastalığın yavaşça geliştiğini gösterir ancak hızlanmış fazda hastalık hızla
ilerleme gösterebilir. Kemoterapi uzun remisyon süreçlerinin oluşumuna neden olmakla
birlikte,
KML’ ye tek kalıcı çözüm kök hücre transplantasyonudur.
Semptomlar:
KML semptomları tipik olarak zamanla ortaya çıkmaktadır. Halsizlik, nedeni bilinmeyen
kilo kaybı, nefes darlığı, solgun görünüm hastalığın semptomlarındandır.
Tanı:
Kesin bir KML tanısı kan ve kemik iliği hücrelerinin mikroskop altında incelenmesinden
sonra konur. Hastadan alınan kan örneğindeki lökosit oranı belirlenir. Olgunlaşmış ve olgunlaşmakta olan lökositlerin (miyelosit ve nötrofiller) anormal derecede yüksek
sayılarda gözlemlenmesi KML tanısında ilk adımı oluşturur. Bu tanının doğrulanması
hastadan kemik iliği hücre örneklerinin anormal Philedelphia kromozomlarına sahip
olması ile sağlanır.
Pek çok KML hastasında hastalık, kronik fazdan hızlanmış faza geçtiğinde, hasta için
çok daha sıkıntılı bir hal almaktadır. Bu fazda kan dolaşımında lökosit, olgunlaşmamış
ve blast hücrelerin sayısında artış görülmektedir. Üçüncü faz ise çok saldırgan bir akut lösemiye benzer.
Klasik tıbbi tedavi:
-Kemoterapi:
KML genelde kronik fazdayken teşhis edilir ve ilk tedavi aşamasında kan sayımını
normal sınırlara geri döndüren ilaçlar kullanılırl. Kök hücre naklinin tersine kemoterapi,
kalıcı bir çözüm sağlamamakla birlikte hastalara semptomlardan uzak uzun bir süreç sağlamaktadır. Son on senede KML’ de tedavi olarak kullanılan kemoterapi oldukça
gelişmiştir ve hastalığın kronik fazda durmasını ortalama olarak altı ya da daha fazla
sene kadar sağlamıştır. Bu nedenle kemoterapi, kök hücre nakline eşlik eden yüksek
doz kemoterapi ve/veya radyasyon tedavisini kaldıramayacak zayıf sağlı koşullarına
sahip hastalarda tek tedavi yoludur. Diğer hastalar kemoterapi ile tedaviyi, kök hücre
nakli ile tedavinin risklerinden sakınmak için tercih ederler. İnterferon terapisinin
istenmeyen yan etkileri olmasına rağmen, kemoterapi bir KML hastasının ömrünü
uzatmak için kullanılan, az risk taşıyan bir tedavi yöntemidir. Hastanın yaşı,
potansiyel vericinin genetik uyumu ve tedavinin ilk aylarında uygulanan ilaçlara
tepkisi dikkatlice göz önünde bulundurularak yapılacak
nakil için karar verilir.
-Hematopoietik Kök Hücre Transplantasyonu:
Kök hücreler üç tip kan hücresine -eritrosit(kırmızı kan hücresi), lökosit(beyaz kan
hücresi) ve trombosit(kan pulcuğu)- dönüşecek olan olgunlaşmamış hücrelerdir.
Yakın bir zamana kadar kök hücre nakilleri kemik iliği nakli olarak bilinmekteydi,
çünkü kemik iliği bu tip hastalıkların tedavisinde kullanılan tek kök hücre kaynağı
olarak bilinmekteydi. Şu an nakillerde kullanılan kök hücreler kemik iliği, kordon
kanı ve periferik kandan elde edilmektedir.
Kök hücre nakillerinde, hasta, lösemi hücrelerinin ve bağışıklık sisteminin tahribini
sağlamak üzere transplantasyon öncesi bir kemoterapi ve / veya radyoterapiye tabi
tutulur.
İki tip kök hücre transplantasyonu söz konusudur ve ikisi de KML tedavisinde kullanılmaktadır: Otolog kök hücre transplantasyonunda hastanın kendi kök hücreleri kullanılmaktadır. Allojeneik kök hücre nakillerinde ise bir vericiden alınan kök hücreleri kullanılmaktadır. Otolog kök hücre nakillerinde, hastanın kemik iliğinden kök hücreler
toplanır ve dondurulur. Yüksek doz kemoterapi ve/veya radyoterapiden sonra kök
hücreler hastaya geri verilir. Tipik olarak kök hücreler hastalığın kronik fazındayken
toplanır ve hastaya hızlanmış faza girdiğinde aktarılır. Amaçlanan sonuç hastalığın
kronik faza dönmesini sağlayarak hastanın hayatını uzatmak ve semptomları
azaltmaktır. KML hastalarında otolog nakillerin tercih edilmemesinin nedeni,
otolog nakil sonrası relaps görülme sıklığı allojeneik nakillere göre daha yüksektir.
Bunun yanında otolog nakillerde, allojeneik kök hücre nakillerinin ciddi bir yan etkisi
olan GvHH önlenebilmektedir.
Allojeneik nakil için hastaya akraba ya da akraba dışı doku uyumlu (HLA uyumlu) verici sağlanmalıdır. Akraba olan vericiler genelde kardeşlerdir fakat HLA uyumlu başka
vericiler de akrabalardan elde edilebilir, örneğin teyze, hala, amca, dayı ve kuzenler
gibi. Nakle gitmeyi düşünen doktorun yapması gereken ilk iş hastanın ailesinin ve
gerekirse geniş ailesinin doku tiplemesini yapmaktır. Eğer akrabalardan herhangi
birinde hasta ile uyum görülmez ise hastanın doktoru Kemik İliği Bankamıza ve
bankamız aracılığı ile Dünya Kemik İliği Bankasına uygun verici için başvuruda bulunur. Akraba ya da akraba dışı verici kullanılmasına bakılmaksızın uygulanan nakil prosesi
aynıdır: kök hücreleri vericinin kanından toplanır ve hastaya aktarılır. Otolog nakillerin
aksine allojeneik nakillerde vericilerden alınan kök hücreleri nadiren dondurulur,
vericiden alınmasını takiben 24 saat içinde hastaya aktarılır.
LENFOPROLİFERATİF BOZUKLUKLAR
NON HODGKİN LENFOMASI ve HODGKİN HASTALIĞI
Semptomlar:
NHL’ nin en genel semptomu kol altında, kasıkta, boyunda, göğüste ve karındaki
lenf nodüllerinde oluşan şişliklerdir. NHL hastası kendini halsiz hissedebilir;
sık sık ateşi çıkar, gece terlemeleri olur, iştahını kaybeder ve hastanın dalağı büyür. NHL vakalarının %40’ ında tümörler lenf nodları dışında kemiklerde, akciğerlerde,
karaciğerde ve derinin hemen altında kitleler halinde oluşabilir. Her lenf nodu
şişmesi NHL semptomu olarak düşünülmemelidir, çünkü vücut enfeksionlarla
savaşırken de lenf nodları şişer.
Tanı:
Lenfomalara ancak bir biyopsi sonrasında, yani hastadan alınan lenfosit örneğinin
mikroskop altında incelenmesi sonucunda pek çok kanserli hücre ile karşılaşılması durumunda teşhis konabilir. Biyopsi için örnekler lenf nodlarından ya da lenfoma
şüphesi taşıyan vücudun herhangi bir bölgesinden alınabilir. Eğer bir biyopsi
sonucu hastaya lenfoma tanısı konmuş ise doktoru anormal hücre ya da dokuların
tiplerine bakarak, onların büyüme ve yayılma hızlarını inceleyerek NHL alt tiplerini
belirler.
NHL Tedavisi:
NHL tedavisinde amaç hastanın remisyona girmesini sağlamaktır. Remisyon
olabildiğince çok sayıda kanser hücresinin öldürülmesi ile sağlanır. Kullanılan
tedavi yöntemleri kemoterapi, radyoterapi ve kök hücre naklidir. Hasta için en
uygun tedavi şekli, hastanın kesin tanısına, hastalığın geldiği aşamaya,
lenfomasının ilerleme hızına, tümörlerin sayısı ve lokasyonlarına, son olarak da
hastanın genel sağlık durumu ve yaşına bağlı olarak belirlenir.
-Kemoterapi ve Radayson Terapisi:
Kemoterapide kanser hücrelerini öldürmek için çok güçlü ilaçlar kullanılır.
Genellikle hastalar döngüsel olarak 3-4 hafta süren ilaç kombinasyonlarına tabi
tutulur. Kemoterapinin tamamlanması 12 ay kadar sürebilir. Kemoterapi sağlıklı
hücrelerin de ölümüne yol açar, bu nedenle NHL hastalarında bulantı, halsizlik,
yüksek enfeksiyon riski gibi yan etkiler görülür.
NHL tedavisinde radyoterapi bazen kemoterapi ile birlikte kullanılır.
Radyoterapinin amacı vücudun belli bölgelerinde bulunan kanser hücrelerini
öldürmektir. Her ne kadar radyoterapi Hodgkin hastalığında çok sık uyulanan
bir tedavi şekli olsa da, NHL hastalarında nadiren kullanılır.
Özetle,tüm kanser türlerinde olduğu gibi klasik tedavilerle NHL nın tamamen ortadan kalkması mümkün değildir.Amaç hastanın ömrünü bir süre uzatabilmektir.
PLAZMA HÜCRESİ BOZUKLUKLARI MULTİPL MYELOMA (MM):
Çoğu kez sinsi bir şekilde başlayan, genellikle yavaş ilerleyen bir tür kan kanseridir. Plazma hücrelerinin kontrolsüz çoğalması sonucu oluşan kemik iliği tümörüne “plazmasitom”, bu tümörlerin kemiklerde yaygın bir biçimde bulunması sonucu oluşan bu hastalığa da multipl myeloma (MM) denir.
MM çok sık rastlanan bir hastalık değildir bu nedenle tanı konmasında gecikilen bir hastalık olmuştur. Oysa ki oysa büyük ölçüde tedavi edilebilir bir hastalıktır.Yeni tedavi yöntemleri ile çoğu hastada yaşam süresini uzatmak ve yaşam kalitesini yükseltmek mümkün olmaktadır.
Genellikle ileri yaş hastalığıdır. En sık görüldüğü yaş grubu 65-70’dir. Ancak son yıllarda yaş ortalaması 50-55’e doğru kayma eğilimindedir. Çocuklarda görülmez. Erkeklerde kadınlara oranla iki kat daha sıktır. Son yıllarda hastalığın giderek daha genç kişilerde görülmesinin yanı sıra, giderek daha sık gözlendiği de bir gerçektir.
MM tedavisinde tercih edilen yötem yine kök hücre naklidir. Uygun donörü olan ve genç MM hastaları için allojeneik kök hücre nakli, uygun donörü olmayan daha ileri yaştaki MM hastaları için ise otolog kök hücre nakli tercih edilir.
DİĞER KANSERLER EWİNG SARKOMU:
Çocukluk çağı tümörlerindendir. Kemikte oluşur ve genelde 10-20 yaş arası
çocuklarda gözlenmektedir. Ewing sarkomuna erkek çocuklarda daha sık rastlanır. Bazı vakalarda başka kemik anomalileri veya genital sistem anomalileri görülebilir. Kol, bacak
ve kalça kemiklerinde oluşur; bazen tümör tarafından çevrelediği yumuşak
doku ve kaslara da etki edebilmektedir.
Semptomlar:
En sık rastlanılan bulgu ağrı ve etkilenen kemik bölgesinde ortaya çıkan şişliktir. Genelde sistemik başka bir bulguya rastlanılmaz. Ancak ilerlemiş hastalıkta halsizlik, kilo kaybı ve ara sıra ortaya çıkan ateş görülebilir.
Tanı:
Erwing sarkomlu hastanın doktoru tarafından yapılan kan sayımı sonucu ve kemikten alınan biyopsi ile hastaya tanı konabilmektedir.
Tedavi:
Esas tedavi cerrahi olarak tümörün çıkartılmasıdır. Daha sonra lokal rayoterapi ve sistemik kemoterapi yapılarak tedavi sürdürülür.
-Kemoterapi:
Kemoterapide kanser hücrelerini öldürmek için çok güçlü ilaçlar kullanılır. Cerrahi olarak tümörün çıkarılması ya da radyasyon lokal tümörün ortadan kalkmasını sağlar; kemotrapi ile ise vücutta kalan kanser hücreleri yok edilir.
-Radyotrapi:
Radyoterapinin amacı vücudun belli bölgelerinde bulunan kanser hücrelerini öldürmektir. Radyoterapi sağlıklı hücrelerin ölümüne yol açmadan yalnızca tümörün lokalize oluğu yerden ortadan kaldırılmasını sağlar.
-Hematopoietik Kök Hücre Transplantasyonu:
Kök hücreler üç tip kan hücresine-eritrosit(kırmızı kan hücresi), lökosit(beyaz kan hücresi) ve trombosit(kan pulcuğu)- dönüşecek olan olgunlaşmamış hücrelerdir. Nakillerde kullanılan kök hücreler kemik iliği, kordon kanı ve periferik kandan elde edilmektedir.
İnatçı tipte Ewing sarkomuna sahip hastalar için myeloablatif nakil uygulanmaktadır. Bu tip nakillerde nakil öncesinde yüksek doz kemoterapi uygulanmaktadır. Bu tedavi tipi bazı hastalar için çok ağır olabilir ancak Erwing sarkomuna kesin çözüm için kök hücre
Lenfositler genelde lenf nodlarında yer almakla birlikte kemik iliği, dalak ve
kanda da bulunabilirler. Non Hodgkin Lenfoması’ nda(NHL) lenfositler kanser
hücrelerine dönüşürler ve bu hücreler çoğalarak çok sayıda kanser hücresi
meydana getirir. Bu kanser hücreleri bir araya gelerek, lenf nodülleri ve vücudun diğer
bölgelerinde tümörler (lenfomalar) oluştururlar. Lenfositlerdeki bu değişimin nedeni
tam olarak bilinmemektedir. Çeşitli kimyasallar, özellikle pestisit ve herbisitlere
maruz kalma gibi durumların NHL oluşumunda etkili olabileceği düşünülmektedir.
NHL çocuklarda pek görülmez. NHL’ nin görüldüğü yaş ortalaması 50-60’ tır.
Lenfomalar lenf sisteminde oluşan kanserlerdir. Lenf sistemi ise birbirine ince
lenf damarlarla bağlanmış lenf nodüllerinden oluşmaktadır. Lenf sisteminin görevi enfeksiyonlarla savaşmaktır ve bu görevi üç tip kan hücresi kullanarak yapar: T-lenfositleri, B-lenfositleri ve Natural Killer hücreler (NK).
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 8 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|